ALDO MORO’YU VURSUNLAR
Bir kırık akşamdı boz çiçeklerin acı seyirtişi vardı.
Öyle bir ölümün vaazı kentin üstünde kara bir yele gibi
dağıldığında bunu fark ettim.
Bunu fark ettim ey bunu fark ettim,
Bunu fark ettim o zaman anlaşmalı bir kalabalığın
ortasında.
Gözlerimde bir şey vardı o zaman adını bilmiyordum.
Toprak gibiydi alıp cennette kokladık biraz bunu da
bilmiyordum.
Mor bir dükkan bezeli ellerinde kırık nar çiçekleri,
Bu zaman sırça bir perde açılır gibi oluyordu o zaman.
Öyle uzun bir anlaşmadan yorgun çıkmıştım.
Yorgunluğumda yine arafın dervişleri vardı, bunu bilmekten
gülüyordum.
Gülmekten biliyordum o zaman, karanlık bir dağı kendi
tenimden sıyrılmış gibi bilmekten gururlu,
Kısa bir yolu bozuk bir tabancadan devralan bir kısa dönem
askerin.
Kaldığım yerlerde eksiklikler bıraktım,
Ben toprakta kendi gözlerimi gördüm o zaman,
Yaz geçmişti, bahar gelmişti derlerdi buna,
Ayaklarımı bir uçtan bir uca keskin bir halattan ödünç
alınmış bir uzunlukta çiçek açan çocukların adımlarını
cesur bir yelin tanrı katından uzak düştüğü yere açmıştım.
Böyle görmüştüm benden ve kalbimden uzak olanı.
Sorun, ne vardır şimdi sürekli yürünen yollarda, sürekli
özlenen cemi cümle kaybedilmiş bir aşk.
Bunu fark ettim ki kalbim yerini bulmuştu, yumuşakça
kıvrımlardan, yeşil dallardan sıyrılmıştı kalbim.
Tuttu elimi sonra buyurgan,
Tuttu elimi kendi ağacına yanaştırdı bir gündüz vakti, tüm
ölümlerin en çok hatırlandığı saat gibi bir şeydi bu.
Bomboş, keskin hafızalı bir evin yorgun düşen güneşlerde
sesinin çıktığı saatler,
Bir evin sesi vardı kimse hiçbir yerdeyken,
Buruşuk bir zaman geçti, artık unutulmayı tek kabullenen
biziz.
Göğün altın kızıllığında ayıplanmış bir çıplaklığın
arkasında bıraktığı o büyük yıkım,
Pencere varsa da sen bilmiyorsun.
Yol görünüyorsa da buradan oraya eski bir kudüsse de
mesela,
Bunu sen bilmiyorsun.
Çatımda bir ay var, bunu öğrendiğinde utanacaksın.
Kınımda terli bir kış çiçeği var, bunu bildiğim için gül
yüzünü dönmeyi bilmiyor.
Öyle zor bir çağın evladı olmanın hafifliği var artık.
Renksiz gravürler var düşündüğüm şehirlerin, trollerin
çiğnediği şarkıların ve homoseksüel bir çığırtkanın
bastırdığı ve mahkum olmaktan mutlu olduğu yalnızlığını
ben bilmekten usandım
Ben usandım bilmekten ellerinizin bile bir çiçeği
kurmasını,
Kışı ayarlamasını tanrınızın, kalbim, kalbim, ağırlığı
boşlukta bulmasın.
Zamanını ve ürkekliğini, yani tek bilincini, kurmasın ey
kalbim, dumandan daha hızlı kararan bir hiçliğe.
Kuşatmasın kendini bir hiçliğe, anlamasın belki bir
duyumsuz rüzgarların hangi kentlerden geldiğini.
Bilmesin ama sevincini bilemesin ucuz sandviçlere, üç
paralık şarkılara.
Hakka bilesin sadece derim kanı dökülsün o isterse eğer
düşen şehirlerde.
Bir aldo moro muydu neydi, yanağımda biraz kan var.
Sağ yanımda elimi unutmuşum, elim elimi unutmuş
boşluklarda.
Hep aynı yere gidiyor yol, aynı yere akıyor ılık bir kan.
Ne kadar uygunsuz sözlersiniz, ne kadar ayıplı ama
bilmiyorsunuz.
Tırnaklarımda peygamber devesi var, onu biraz sevseniz.
Onu bir sevseniz görürsünüz rengini, bildirimleri
kapatmışsınız, tanrı size bir oda vermiş sanki.
Halbuki o da yok orada, halvetlerde, nar çiçeğinin
teninde.
Onu bir sevseniz, görecektiniz belki nemli yorganlarıyla
kanlı bitlerin ayıklandığı bir geceyi görecektiniz.
Onda bir şey var görecektiniz, ucunda yakılmış bir katip
memurunun söylediği sözlerin yazılı olduğu bir zaman
oyalanmış bir boğanın öfkesi.
Nehir ve çaylar yok, sözler buradan yazılmaz artık, bu
genç bir oğlanın düşündüğü bir ağaç kadar büyük.
Ben artık bu şarkının çok başındaydım, öyleyse toprağa
anlattığım sözler, ağaçlardan işittiklerim.
Ateş yanan mezarlara inandım, ateş yanan öfkeli gruplara
inandım, büyük ve muhteşem bir bahar gelecek derlerdi,
inandım.
İnandım çünkü anlamlı bir nedenim vardı.
Boyumu servilere tarattım, bir dağ yarığının küçük tenini
buldum
Buldum ama benim anlamım vardı.
Aşındırdım, tırpanladım, orakla budadım onu.
Tarazlanan bir gök dayattım yutkunmuşlara.
Devşirme bir caminin söylediği yalanlardan bir kış bahçesi
budadım ve tütsüledim.
Boş bir küllük vaadettim, kan durmuştu çünkü, buna
inandım.
İnandım ama anlamım vardı, boyasını döktüm onun,
tırnaklarını süsledim.
Sandal ağacından kırptım bir yazcık, ilerisine geçtim bir
yerden sonra.
Boynumda bir yaram olsa keşke, olsa boynumda bir yaram.
Neler düşündürdü böyle yılmış şarkıların azımsayacağı
öfkeler.
Evden çıktım, budanmış buğday tarlalarını aşındırdım, boz
bir sansara değdi ayağım.
Buruk bir dağa değdi ayağım, tanrıdan arta kalan.
Kurut kanını derlerdi, kurut kanını hasır iplerde büyüt
sancını.
Üçlerin, yedilerin ziyaretinde bir ip dalın birinin
anlamında.
Belki bu yüzden ince parmaklarını aşındırıyordu göğsünün
ahırında.
Sonra kardan geçip kışlı bir odanın birinde uykuya
dalıyordu gözünü açık tutanlar.
Mürvetini unutup o bozuk saatlerde el öpen karnı kesik bir
baykuşun.
Ben bunların anlamını yitirmek için buyuruldum.
Keşke dünyadan bir dünya, yıldızdan bir yıldız, akmayı
hafife alan bir deniz.
Neden güzeldi bu kadar?
Neden bir rengin en koyusu bu kadar güzeldi?
Bir gece boş bir odada kalbimle uyumak.
Volkan Yalçın |